Başkanlık Tartışmaları


Türkiye'de Başkanlık Çıkmazı


Tarihten Günümüze Türkiye'de Yönetim Sistemi

Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine ilişkin Anayasa değişikliğine giden sürecin ülkenin siyasi sisteminde bu denli bir kırılma meydana getireceğini ve sistem tartışmalarını gündemde üst sıralara taşıyacağını öngörmüş olsalardı, bu sürece yol açan karar vericiler aynı şekilde kararlar alırlar mıydı?  Veya Anayasa Cumhurbaşkanının seçimini halkoyuna bırakmasa, seçim TBMM eliyle yapılmaya devam edilse başkanlık tartışması gündeme bu denli yer tutacak şekilde gene de gelir mıydı?  Bu tip sorular bilimsel spekülasyon açısından faydalı olsalar bile bunlara net ve kesin cevaplar bulmak mümkün değildir.

1876 mesrutiyet meclisi
Meclis-i mebusan'ın açılışına ilişkin bir gravür
Türkiye meşrutiyetin ilanından bu yana, insanlık tarihi ile paralel bir şekilde demokratik sistem ve modeller üzerinde kafa yoran bir toplumsal hafızaya sahiptir.  Osmanlı İmparatorluğu'nun devlet ve bürokratik hafızasının, hem insan unsuru nedeniyle hem de coğrafi sebeplerle, Türkiye Cumhuriyeti'ne intikal etmesi, Türkiye Cumhuriyeti'ne bu birikim ve tecrübeyi kendi adına kullanma olanağı sağlamıştır(1).  Bu perspektiften bakıldığında I. Meşrutiyetin ilan edildiği 1876 bu yana Türkiye parlamento geçmişine sahip kabul edilmektedir.

1876'dan bu yana bir parlamento geleneği mevcut olsa da söz konusu olan bu geleneğin siyasi tarih üzerinde etkinliği değerlendirildiğinde Türk siyasi tarihinde meclis başkanlarından ziyade hükumet başkanlarının hatırlandığı görülecektir.  Bu denli köklü bir meclis geleneğine sahip olunmasına rağmen meclis etkinliğinin liderlerin gölgesinde kalmasına mani olunması mümkün olmamıştır.  


Meclis-i Mebusan Baskani
Meclis-i Mebusan'ın ilk başkanı 
Ahmed Rıza Bey

I. Meşrutiyet'in kısa ömrü bir tarafa bırakıldığında Osmanlı meclis tecrübelerinde hep yürütme organı ve onun güçlü figürleri ön plana çıkmıştır.  Cemal-Enver-Talat üçlüsü hafızalarımızda meclis-i mebusan azaları olmaları ile değil de yürütme organı içinde üstlendikleri nazırlıkları ile yer etmişlerdir.

1920-1923 meclis hükumeti bir tarafa bırakılırsa, Türkiye Cumhuriyeti'nin anayasal metinler dikkate alındığında, hep parlamenter sistem ile yönetilmiş olarak değerlendirilmesi teorik olarak doğrudur (2). Ne var ki pratikte yasananlar Türk siyasi sistemini parlamenter sistem olarak değerlendirmesini güçleştirmektedir.



Cumhurbaşkanı - Başbakan Çekişmesi


İlk iki anayasası dışında, doğal gelişimi içinde sivil anayasa yazımını ve yapımını gerçekleştirememiş olan Türkiye Cumhuriyeti, 1982 tarihli Anayasasının yapısal sorunlarının en önemli kısmını teşkil eden Cumhurbaşkanın yetki, görev ve sorumlulukları ile ilgili bölümünü 21 Ekim 2007 yılında yapılan referandum ile daha karmaşık bir hale getirmiştir.  21 Ekim 2007 referandumu, anayasal sistemin Ana Muhalefet Partisi ve Anayasa Mahkemesi tarafından zorlanmasının sonucu olarak yapılmıştır (3).  Bu iki anayasal kurumun anayasal sistemi zorlamaları sonucu ortaya çıkan yeni yapı, anayasal sistemin doğal dokusunda telafisi mümkün olmayan sorunları da beraberinde getirmiş ve sistem bu kez başka kurumlar ve aktörler tarafından zorlanır hale gelmiştir.  Özellikle, Anayasanın 105'inci maddesinde düzenlenen Cumhurbaşkanının; Başbakan ve İlgili Bakanların imzasına gerek duymaksızın tek başına yapabileceği işlemlerinin neler olduğunun net olmaması, mevcut Cumhurbaşkanı tarafından sistemin en uç noktaya kadar zorlanmasının hukuki temelini oluşturmaktadır.   

Türkiye'deki mevcut sistem ile uzun soluklu olarak devam edilmesi mümkün değildir.  Çünkü mevcut sistem de Cumhurbaşkanına olaylar karşısında ki sorumsuzluğuna rağmen geniş yetkiler verilmiş durumdadır ve bu sorumsuzluğa ek olarak artık, halk oyu ile seçilmenin sağladığı siyasi itibar ile Cumhurbaşkanı sistem içinde hukuken tartışmalı olsa da siyasi meşrutiyeti mevcut olan "de facto" yeni bir konuma sahip  olmuştur. Sorumluluk hükümette olmasına rağmen, yetkilerin Cumhurbaşkanın da olduğu bu sistemle devam edilmesi ise Türkiye'yi manasız siyasi kriz risklerine açık bir konumda bırakmaktadır.  Bu denli, tartışmalı olan sistemin uzun soluklu olmasını beklemek ise aşırı bir iyimserliktir.  Hukuken ve siyasi olarak yapılması gereken, yetkiye sahip olan kurumun bu yetkiyle orantılı olarak sorumluluğu da üstelenmesini temin etmekten geçmektedir. 


Sorumluluk ve yetkilerin mevcut sistemde eşit dağıtılmamasının nedeni; mevcut Anayasanın Kenan Evren'e özgülenmiş olmasından ileri gelmektedir.  Evrenist Anayasa'nın 105'inci maddesi; Cumhurbaşkanını siyasi olarak sorumsuz saymış olmasına rağmen, devlet başkanı sıfatıyla yürütmenin başı olarak kabul ettiği Cumhurbaşkanını görevinden dolayı da cezai olarak sorumsuz kılmıştır.  Bu düzenlemeleri nedeniyle Evrenist Anayasanın Cumhurbaşkanı, başkanlık sistemindeki bir başkana yakın yetkiler ile donatılmıştır.  Anayasanın gerçek bir Cumhurbaşkanlığı makamı ihdas etmek yerine, ölümlü bir fani olan darbe liderine özgülenmiş kişiye özel bir makam ihdas etmesi günümüzde yasanan siyasi tartışmaların ana kaynağıdır. 

Anayasanın 104'üncü maddesi incelendiğinde yukarıda zikredilen görüşler daha bir pekişmektedir.  104'üncü madde ile Cumhurbaşkanına detaylı ve kapsamlı yetkiler verilmiştir.  Sistemi tarafından devlet başkanına tanınan bu yetkilerin, siyasi kökenli karizmatik liderlerce, doğal etki alanlarının verdiği imkanla çarpan etkisi ile kullanıldıkları tarihsel bir gerçekliktir.  Bu haliyle Türkiye'deki sistemin kategorik olarak tanımlanması bir hayli zor olmaktadır.   Türkiye'deki sistemi kendine özgü bir sistem olarak tanımlamak mümkündür (4)

Turgut Ozal Yildirim AkbulutBu karma sistem Türkiye'de yürütmenin iki önemli aktörü arasında önemli sorunlar ve sürtüşmelere yol açmıştır. Özellikle 82 Anayasasının doğal lideri Evren'in görev süresinin sona ermesinden sonra başlayan dönemde, seçilen Cumhurbaşkanları ile atadıkları Başbakanlar arasında sorunlar ve çekişmeler bitmemiştir.  Özal-Akbulut ilişkilerinde yaşanan gerilim özellikle körfez savaşı zamanında en üst seviyeye çıkmıştır (5)

Özal-Akbulut ilişkisi ve çekişmesi tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanının kurucusu olduğu partinin iç işlerine karışmasına kadar uzanmıştır.  Günümüzde dile getirilen "partili Cumhurbaşkanı" o tarihte adı konulmamış olsa da fiilen hayat bulmuştur.  O yıllarda; Özal'ın ANAP milletvekillerini ve parti il ve ilçe başkanlarını köşkte ağırlaması olağan bir hal almıştır.  Tarafsızlığı Anayasa ile düzenlenmiş olan Cumhurbaşkanı, eşini kurucusu ve eski genel başkanı olduğu partinin İstanbul il başkanı seçtirmekte veya partinin genel başkanlığı seçimine doğrudan müdahele de bulunmakta bir beis görmemiştir.   Dönemin Cumhurbaşkanı Özal'ın bu uygulamaları, Anayasal sistemin en şedit şekilde zorlanmasına ilişkin örnekler olarak siyasi hafızamızdaki yerini almıştır(6).  Garip olan Mevcut Cumhburbaşkanı'nı uygulamaları açısından eleştiren siyasi aktörlerin o dönem Özal'ın uygulamalarına ses çıkarmamış olmalarıdır (7)

Cumhurbaskani SezerÖzal-Akbulut ilişkisinde yaşanan sorunlar Özal-Yılmaz ilişkisinde bu sefer Cumhurbaşkanının izole edilmesi şeklinde tezahür etmiştir.   Özal'ın partisi ANAP'ın muhalefete düştüğü 1991 seçimlerinden sonra ise Cumhurbaşkanı-Başbakan ilişkileri tarihin en gerilimli dönemine şahit olmuştur.  Demirel'in Başbakan olması ile hükümetin çıkardığı kanunlar ile Cumhurbaşkanını yetkilerini by-pass etmiştir (8).  Cumhuriyet tarihinde ilk kez Cumhurbaşkanı ve Başbakan bu dönemde davalık olmuştur (9).   Özal'ın vefat etmesi sonrasında Demirel'in Cumhurbaşkanı olması ile Cumhurbaşkanı - Başbakan ilişkileri Demirel-Çiller, Demirel-Erbakan arasında sorunlu şekilde devam etmiştir (10).  Bu ihtilaflar Sezer-Ecevit ve Sezer-Erdoğan ilişkilerinde de benzer sorunlarla sürmüştür.  

Başbakanlar ile Cumhurbaşkanları arasındaki, sistemsel defodan kaynaklı çekişmeler siyasi kriz olarak değerlendirilmiş ve ülke ekonomisine ek maliyetler çıkarmıştır.  Cumhurbaşkanı ile Başbakanın aynı partiden, aynı siyasi hareketten gelmeleri aralarında geçmiş ve uzun soluklu dostlukların bulunması dahi bu tür çatışmaları engellememiştir (11).  


Seçim Barajı Sorunu



Anayasal olarak sistemin en önemli ikinci problemi ise %10 seçim barajıdır.  Ülke olarak bu seçim barajını devam ettirmemiz mümkün değildir.  Bu barajın batı demokrasileri ile uygun ve uyumlu bir orana çekmek, ülke demokrasinin gelişmesi ve kökleşmesi için zaruridir.  Türkiye % 10'luk oran ile Avrupa'da bu alanda en yüksek orana sahip ülkedir (12).  

Katılımcı ve geniş tabanlı bir meclis aritmetiğinin temini açısından bu oranın aşağı çekilmesi çok önemlidir.  Baraj neticesinde seçmen davranışları zoraki olarak değişmektedir(13).  Bunun neticesinde seçim sonucunda oluşan meclis aritmetiği seçmenin gerçek iradesini tam ve eksiksiz olarak temsil etmemektedir (14).  Barajın aşağı çekilmesi durumunda ise tek başına bir iktidar olasılığının azımsanmayacak ölçüde azalacağı aşikardır.  Bu durumda koalisyonlar kaçınılmaz olmaktadır.


Ülkemiz siyasi tarihi (özellikle 1980 öncesi) incelendiğinde, koalisyonların kuruluşlarının zorlu olduğu ve hep kavga ve yeni siyasi ihtilaflar meydana getirerek son bulduğu tespit edilecektir. Şüphesiz ki, koalisyon idaresi modern demokrasilerde başvurulan ve uygulanan demokratik bir modeldir.  Ancak, Türkiye örnekleri maalesef başarılı olmamıştır.  Tek başına iktidarlar ile koalisyonlar ekonomik açıdan incelendiğinde ibrenin tek başına iktidarlardan yana olduğu görülecektir(15).

Türkiye'de mevcut olan sistemin parlamenter sistem olarak kurgulanmış olmasına ve geçmişi derin bir parlamenter sistem geleneği olmasına rağmen, siyasi tarihimizde devirlerin başbakanların isimleri ile anılıyor olması tesadüfi değildir.  Atatürk, İnönü, Menderes, Demirel, Ecevit, Erbakan, Özal ve Erdoğan  gibi liderler üzerinden şekillenen ve anlatılan  siyasi tarihe sahip bir ülkenin siyasi kültür olarak başkanlığa yatkın olduğunu ifade etmek uygun olacaktır.   Türk halkı'da partilerden ziyade liderlere göre oyunu kullanıyor olusu bu görüşü destekler niteliktedir (16)


Başkanlık Çözüm Olamaz mı?


Temsilde adaleti temin ile yönetimde istikrarı sağlamanın yolu olarak Başkanlık modeli düşünülemez mi?    Tek başına iktidarlarda sağlanan refah artışı ile koalisyon dönemlerinin katılımcı ve çok sesli meclis özleminin bir arada ortaya çıkmasına başkanlık sistemi olanak ve imkan veremez mi? Başkanlık veya başka bir modelin tüm yönleri ile ve toplumun tüm katmanları ile sağlıklı bir ortamda tartışılması gerekmektedir. Çünkü mevcut Evrenist Anayasa bizzati kendi sorun üretmektedir.  Toplumsal mutabakat metini olması gereken anayasanın kendisinin sorunun ana süjesi olduğu bir sistem kesinlikle değişmelidir.  Artık Türkiye'de, siyasi sistemin tartışılması gerekmektedir.  Sistemin müzakere edileceği bu tartışmaların ana amacı ve motivasyonunun yeni bir sistem arayışı olduğunu unutmamak gerekir.  Bu nedenle geçmişten getirilen kalıplaşmış düşmanlıklar ve kişisel beklenti ve ikbal arayışlarının ötesine geçilerek, bu tartışma ortam ve düzleminin sağlıklı şekilde sağlanması gerekmektedir.  Bu tartışmalar yürütülürken,  sistemlerin ne kadar mükemmel olurlarsa olsunlar, onları uygulayan insanların nitelik ve kalitesine göre performans verdiği göz ardı edilmemelidir. Toplumun bir bütün olarak demokratikleşme konusunda evrim ve gelişim göstermemesi halinde sistem ne yönde değişirse değişsin toplum ve ülke için ciddi hayal kırıklıkların yaşanacağı akıldan çıkarılmamalıdır. Bu tartışmaların geniş bir perspektifte ve sağlıklı bir şekilde yürütülmesi açısında da mevcut Cumhurbaşkanının,  Anayasadan kaynaklanan sorunlu yetkilerinin limitlerini zorlamaktan da kaçınması gerekmektedir.




Av. Murat KEÇECİLER

Dipnotlar____________________________________________________________________


(1) Mustafa Erdoğan (a), Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset, Liberte Yayınları, Ankara, 2003, s. 36
(2)1961 Anayasası ile Türkiye'deki Anayasal sistem tüm kurumlarını barındırındıran bir parlamenter sisteme dönüşmüş olsada 1924 Anayasasında kabul edilen sistemi parlamenter sistem olarak değerlendirmek hatalı olmaz.  detay için bkz http://www.mevzuatdergisi.com/2004/05a/01.htm
(4) http://www.siyasaliletisim.org/pdf/baskanliksistemi.pdf (özellikle halk oyu ile seçimden önceki dönemde bu şekilde tanımlamalar yerindedir.  Ancak halk oyu ile seçilen Cumhurbaşkanlığı düzeninde Türkiyedeki sistem artık yarı başkanlık olarak kategorize edilmeye müsait bir yapıya kavuşmuştur)
(8) bkz Taha Akyol, 03.03.1993 Tarihli Milliyet Gazetesindeki yazısı 
(9) bkz 11.04.1992 Tarihli Milliyet Gazetesi sf:12
(10) bkz 24.05.1994 Tarihli Milliyet Gazetesi sf:9;
(11) http://odatv.com/cekismenin-kokeninde-ne-yatiyor-1202101200.html
(12) https://tr.wikipedia.org/wiki/Se%C3%A7im_baraj%C4%B1 
(13)  daha detaylı analiz için http://www.anayasa.gov.tr/files/pdf/anayasa_yargisi/anyarg23/sabuncu.pdf 
(14) http://www.urbanhobbit.net/ (Seçim Sistemleri ve Siyasal Sonuçları)
(15)http://www.businessht.com.tr/yazarlar/cagdas-sirin/1068162-92-yillik-buyume-seruvenimiz
(16) http://www.urbanhobbit.net/ (Seçim Sistemleri ve Siyasal Sonuçları)

Yorumlar

Yorum Gönder