Zarrab Davası-5

Yasal Olmayan Deliller Sorunu ve Zarrab Davası




Amerikan Hukukunda Yasal Olmayan Deliller Sorunu ve Delillerin Ayrık Tutulması

Amerikan anayasasında yapılan dördüncü, beşinci ve altıncı değişiklikler ihlal edilerek elede edilen deliller Amerikan ceza yargılamasında yasal olmayan yöntemler ile elde edilen deliller olarak kabul edilmekte ve yargılama sürecinde kullanımı kısıtlanmaktadır.  Bu kurala, ''exculusionary rule'' denilmektedir ve türkçeye ''ayrık tutulma kuralı'' olarak çevirmek mümkündür.   Modern ceza hukuklarının tamamında yasal olmayan yöntemler ile elde edilen delillerin yargılamada kullanılıp kullanılmayacağı ve bu dellillerin kullanılacaksa ne ölçüde kullanılacağı önemli bir tartışma konusu olmaktadır.

Delillerin ayrık tutulması kuralı iki temel amaca hizmet etmektedir.  İlki kolluk güçlerinin keyfi davranışlarını önlemek, ikincisi ise hukuk sisteminin güvenirliğini ve bütünlüğünü korumak.  Bu nedenle, Amerikan mahkemelerinde yasa dışı yollardan elde edilen delillerin kullanıldığı iddiaları önemli bir savunma aracı olarak savunma avukatları tarafından yargılama esnasında ve temyiz süreçlerinde sıklıkla başvurulan argümanlardır.

Amerikan anayasasının ''her insan için evi kendi kalesidir'' olarak tanımlanacak değişiklik olan dördüncü değişiklik ile hiçbir bireyin evi ve eşyaları makul bir sebep olmaksızın ve hakim izni olmaksızın aranamaz.  Beşinci ve Altıncı değişiklik ise kişinin kendisi aleyhine ifade vermeme hakkı olduğuna, bağımsız ve tarafsız bir juri önünde makul sürede adli yargılanma hakkı olduğuna ve avukat tutma hakkı bulunduğuna ve aynı suçtan iki kez yargılanamayacağını ilişkin bir dizi temel hakları güvence altına alan değişikliklerdir.

Amerikanın federal bir devlet olması nedeniyle, federe devletler ile federal devlet arasında yargılama ve usul kuralları açısından tartışmalı alanlar mevcut olması doğaldır.  Bu açıdan Federal Suçlar olarak belirlenen ve federal devlet tarafından yapılan yargılamalarda, yüksek mahkeme organize suçla mücadele amacıyla zaman içinde ayrık tutulma kuralında bazı istisnalar ve esnemeler getirmiştir.  Yüksek mahkeme ayrık tutulma kuralına getirdiği bu esnekliği;  uluslararası nitelikli karapara aklama, uyuşturucu ve terör ile bağlantılı davalarda verdiği kararlarda daha da esnetme eğliminde olmuştur.  Özeliklle 9/11'den sonra verilen kararlarda, Amerikan yüksek mahkemesi suçun önlenmesi ve suçlunun cezalandırılmasında, toplumun genel menfaatinin yasal olmayan deliller ile korunan menfaatlerin önünde olduğuna dayanarak ayrık tutma kuralının sınırlarını daha çok daraltmıştır.

Amerikan yüksek mahkemesi, ayrık tutulma kuralına getirdiği teknik istisnalar bu yazının konusu değildir.  Bizi asıl ilgilendiren yüksek mahkemenin yabancı devlet organları tarafından kanuna aykırı olarak elde edilen delillere yaklaşımı ilgilendirmektedir.

Yüksek mahkeme, ayrık tutulma kuralının temel olarak eyalet veya federal yetkililerin yerel işlemlerinde veya bu yetkililer tarafından Amerikan vatandaşları aleyhine yurt dışında yürütülen işlemlere uygulanacağı yönünde temel bir yaklaşıma sahiptir.

Yüksek mahkeme US vs Calandra davasında bu konudaki temel yaklaşımını ortaya koymuştur.  Söz konusu kararında yüksek mahkeme, yabancı ülke görevlileri tarafından elde edilen deliller ile ilgili olarak ABD anayasasının uygulanmasının mümkün olmadığını ve yabancı devlet yetkillileri için ABD anyasasının bağlayıcı olmayacağından, bu görevlilerin elde ettiği hukuka aykırı delillerin mahkemece ancak  aşırı derecede vicdani sorun yaratacak yöntemler (işkence, kötü muamele vs) kullanılarak elde edilmesi durumunda ayrık tutulma kuralından faydalanacağını ve geçersiz sayılacağına hükmetmiştir.

Yüksek mahkeme ayrık tutulma kuralının bir diğer istisnasının da yabancı devlet yetkilileri tarafından elde edilen delillerin, elde edilme süreçlerine Amerikan yetkililerin katılmış olması olarak belirlemiştir.  Buna ilişkin olarak mahkeme; Powell vs Zuckert davasında, sanığın evinde Japon yetkilileri tarafından yapılan arama işlemine, ABD Hava Kuvetleri Özel Araştırma (OSI) biriminde çalışan ajan Powell'in katılması sebebiyle, Japon mahkemesi tarafından verilen arama kararının içeriğini incelemiş ve söz konusu belgenin dördüncü ek kapsamında sağlanan hakları ihlal etmesi nedeniyle bu arama sonucu elde edilen delilleri ayrık tutulma kuralı uyarınca geçersiz saymıştır.

Yukarıda belirtilen iki istisna dışında yüksek mahkeme yabancı devlet yetkilileri tarafından elde edilen delilleri ''silver platter'' kuralı uyarınca genel olarak kabul etmektedir.  Mahkemenin bu yaklaşımı, Amerikan yetkilileri tarafından usule aykırı olarak elde edilen delillerin, yabancı devlet yetkililerine bilinçli olarak verilerek delillerin ''aklanması'' uygulamasının önünü açtığı gerekçesi ile eleştirilmiştir.

Yabancı devlet yetkilileri tarafından yapılan işlemler Amerikan anayasasına aykırı olsa dahi söz konusu işlemler Amerikan yetkilillerinin katılımı, bilgisi ve/veya talimatı ya da ortak bir operasyon olmadıktan sonra yüksek mahkeme için geçerli deliller olarak kabul edilmiştir.  (bkz Us vs Byars, Gambino ve Lusting davaları)

Zarrab Davası ve 17/25 Tapelerinin durumu

Yüksek mahkemenin geçmiş kararları ışığında ayrık tutulma kuralına ilişkin istisnaların Zarrab davasına delil olarak getirilen 17/25 Aralık tapeleri ile ilgili olarak geçerli olmadığını biliyoruz. Ancak 17/25 Aralık tapeleri ile ilgili olarak, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından verilen ve söz konusu delillerin başta CMK ve diğer Türk mevzuatı uyarınca geçersiz olduğuna ilişkin bir karar da mevcuttur.  Acaba İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'nın bu kararı karşısında söz konusu delillerin New York Eyalet mahkemesi tarafından delil olarak kabul edilmesi mümkün müdür?    Bu konuya ilişkin yaklaşını Amerikan yüksek mahkemesi, Birdell (1963) ve Stonhill (1966) kararları ile  ortaya koymuştur.

Birdell davasında yüksek mahkeme sanığın; Meksika polisi tarafından Meksika Amerika sınırında çalıntı araç ile yakalanmasına ilişkin aram ve yakalama kararının Amerikan anayasasının dördüncü ekinin ihlal ettiği yönündeki temyiz başvurusunu ''Amerikan anayasasının dördüncü ekinin Meksika polisi tarafından Meksika hukuku ihlal edilerek yapılan arama ve yakalamalara, yakalanan kişinin Amerikan vatandaşı olması ve yakalama ve aramaya Amerikan polisinin ihbarının sebep olması durumunda dahi uygulanmayacağı'' şeklinde karar vererek ret etmiştir.

Stonhill davasında ise Amerikan yüksek mahkemesi halen tartışılan bir şekilde, Filipin yüksek mahkemesi tarafından Filipin hukukuna göre geçersiz sayılan arama ve yakalama emri sonucu elde edilen delilleri ve bu deliller uyarınca verilen mahkumiyet kararını geçerli kabul etmiştir.  Bu kararında yüksek mahkeme; Amerikan Anayasasının Filipin polisi için bağlayıcı olmadığı gibi Amerikan mahkemeleri açısından Filipin hukukuna ilişkin bir değerlendirmenin yapılamayacağını ve Filipin mahkemesinin kendi iç hukukuna ilişkin olarak verdiği geçersizlik kararının kendisini bağlamayacağından hareketle ''Silver platter'' doktrini uyarınca delilleri çoğunluk kararı ile geçerli kabul etmiştir.  Stonhill kararında yüksek mahkeme, Filipin hukukuna aykırı olarak elde edilen delillerin toplanmasına Amerikan yetkililerinin katılmadığını ve söz konusu arama ve el koymanın ortak bir operasyon olmadığı ve uygulanan yöntemlerin aşırı derecede vicdanı sorun yaratacak yöntemler olmadığı kriterlerine ilişkin bir inceleme yapmıştır.

Yüksek mahkemenin bu kararı Amerikan yargı çevrelerinde bugün dahi tartışılmaktadır.  Bu karar ve diğer kararlar ışığında, Amerikan yüksek mahkemesinin yabancı bir ülkede yerel hukuk ihlal edilerek elde edilen deliller açısından tutumunun ''papadan daha katolik olmamak'' olarak tanımlamak mümkündür.  Mahkemenin tutumunu savunanlar; ceza yargılamasında gerçeğe ulaşmak ve kamunun menfaatinin üstünlüğünün, yabancı ülke güvenlik birimlerinin usul hataları ile göz ardı edilmemesi gerektiği fikrine dayandırmaktadırlar.

Bu kararlar ışığında, Hakan Atilla davasında 17/25 Aralık tapelerinin mahkeme tarafından hükme esas teşkil edecek şekilde kullanılacağını öngörmek yanlış olmayacaktır.    


Yorumlar