Anayasa Taslağı Değerlendirmeleri-4

15 TEMMUZ VE ANAYASA HAZIRLANIŞ SÜRECİNE ETKİSİ

Yeni Anayasa İhtiyacı


Türkiye'nin yeni bir anayasaya duyduğu ihtiyaç, bu ülkede yasayan tüm siyaset bilimcilerin ve anayasa hukukçularının ortak müşterekte birleştikleri bir konudur.  Bunun ana sebebi, 1982 Anayasasının içinde barındırdığı tezatlıklar nedeniyle toplumun ve devlet kurumlarının ihtiyaçlarını artık karşılayamaz bir boyut kazanmasında yatmaktadır.  

Ülkemizde özellikle 90'lı yıllar ile birlikte yeni anayasa arayışları ve taslak hazırlıkları, hem siyasi partiler hem de sivil toplum kuruluşlarının faaliyetleri ile önemli bir ivme kazanmıştır.  Bu çalışmaların sonucu olarak da yeni bir anayasa yazımına bugüne kadar muvaffak olunamamıştır.  Geniş mutabakat ve uzlaşının sağlanamaması, toplumunun uzlaşma kültüründen uzak kalmasının önemli bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır.  Yeni anayasaya duyulan özlemin, seçim beyannamelerine girmesi de sonucu değiştirememiştir.  Türk siyasetçisi ve seçmenler açısından seçim beyannameleri; adet yerini bulşunculuğun tezahür ettiği bir başka kötü örnektir sonuçta.


90'lı yılları Ülke kamuoyu bu temenniler eşliğinde geçmiş ve 2002 yılına gelindiğinde, seçmen sandıkta değişime ilişkin önemli bir hamle yapmıştır.  Seçmen, TBMM'de temsil edilen (Ak Parti hariç) tüm partileri baraj altı bırakmıştır.  Seçim sonuçlarını analiz edenler; seçmenin yeni ve sivil anayasa beklentisini bu tepkinin önde gelen nedenlerinden biri olarak kabul etmişlerdir(bkz).  Seçmen talebi olarak gündeme gelen bu talep, 2007 yılı öncesinde yasanan 367 krizi ve arkasından Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine ilişkin değişiklikler ile daha elzem bir hale gelmiştir. 2007 seçimleri ile TBMM'ne giren tüm partiler yeni ve sivil bir anayasa vaadi ile seçmenden oy talep etmişlerdir.  Söz konusu süreç kısmi anayasa değişiklikleri ve 2010 yılı referandumu ile tamamlanmıştır. 2011 seçimlerinden sonra TBMM'de anayasa uzlaşma komisyonu kurulmuş ve detaylı çalışmalar yapılmıştır.  Bu çalışmalar Ak Parti'nin "Başkanlık" modeline ilişkin taslağı 2012 yılında teklif olarak sunması sonucu çıkmaza girmiştir.  Bu tarihten sonra Türkiye çok hızlı ve tartışmalı süreçlerin içine girmiştir.

Paralel Devlet Yapılanması 

Tarihler 17 Aralık 2013'ü gösterdiğinde, Türkiye yakın siyasi tarihinin en sansasyonel olaylar zincirinin ilk gününe uyandığının farkında değildi.  Bu tarihte, Ak Partinin iktidara geldiği 2002 yılından sonra Emniyet ve Adliye teşkilatında görevlendirdiği veya terfiler ile etkin konum ve makamlara getirilen isimler eliyle bir seri adli operasyonların başlatıldığı kamuoyuna duyuruluyordu.  Söz konusu bürokratlar, uzun zamandır yürüttükleri kamusal faaliyetleri nedeniyle ülkenin özellikle muhalif kesimleri tarafından sahte delil üretmek ve kamusal yetkilerini muhaliflerin tasfiyesi amacıyla kullanmakla itham ediliyorlardı.  Muhaliflerine göre Ak Parti, McCarthist bir tutumla, Cemaatçi polis ve yargıçlar eliyle Muhaliflerine karşı tasfiye ve yıldırma politikası izliyordu.

Aralık 2013'de yaşananlardan sonra Ak Parti iktidarı, emniyet ve yargı teşkilatı içinde bir çetenin yerleştiğini ve yapılandığını ve söz konusu yapılanmaya kendisininde iyi niyetli saikleri ile destek verdiğini kabul ederek, "Paralel Devlet Yapılanması" olarak isimlendirdiği bu yapı ile mücadelenin ülkenin "ikinci istiklal savaşı" olduğunu deklare ediyordu.  Bu tutum, ülkede ki önemli bir çoğunluk tarafından şüpheyle karşılanmıştı.  İktidar partisinin önde gelen bakan ve yöneticileri ile yakınlarının siyasi nüfuz kullanmak suretiyle yolsuzluk yaptığı yönündeki iddiaların, tarafsız bir yargı denetiminden geçirilmeden, sadece bir çetenin kumpası ve iftirası ile açıklanması, bu kesimlerde ciddi tereddütler ve kaygılar yaratmıştır.  Başta, CHP, MHP ve HDP olmak üzere tüm muhalifler, iddialar karşısında iktidarın hesap vermesi taleplerini dillendirmişlerdi.  

Türkiye, bu tartışmalar eşliğinde yerel seçimlere gitmiş ve Ak Parti, iddiaların sağlamasının millet tarafından yapılacağı iddiası ile girdiği seçime ve sonuçlarına ekstra önem atfetmiştir.  Sonuç olarak Ak Parti ülke genelinde oyların % 45,6 alarak gene birinci parti olmuştur.  Bu tartışmalar Cumhurbaşkanlığı ve 7 Haziran 2015 ve 1 Kasım 2015 seçimlerindeki ana tartışma gündemini oluşturmuştur.  Bu tartışmalar arasında Ak Parti, başkanlık temelli anayasa değişiklik taleplerini belli zamanlarda dile getirmiştir.  Özellikle, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra, bu söylem iktidar partisi tarafından en yoğun şekilde gündeme getirilmiştir.  Bu anaysa değişikliğinin gerçekleştirilmesi amacıyla iktidar partisi Genel Başkan ve Başbakan değişikliğini dahi göze almıştır.  

15 Temmuz Etkisi 


Bu tartışmalar süre giderken Türkiye tarihinin en kanlı darbe teşebbüsü ile karşı karşıya kaldı.  Türk Silahlı Kuvvetlerinin içindeki "Paralel Devlet Yapılanması" olarak adlandırılan yapıya bağlı ve bağlantılı cuntacılar, 15 Temmuz 2016 akşam saatlerinde haince ve kalleşçe bir planı uygulamaya koydular ve sonuçta Milletin büyük gayret ve çabası ile bu hain plan başarısızlık ile sonuçlanmış oldu.   


15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında Parelel Devlet Yapılanmasının ülke için oluşturduğu tehdit daha net ve tereddüt bırakmayacak şekilde ortaya çıkmıştır. Bu andan sonra, Türkiye'nin tehdit algısı vs bir çok parametre ve yaklaşımı gözden geçirilmeye ve değiştirilmeye başlanmıştır. Bu yaşanan olayın etkisi ile Ak Parti de, başkanlık modeline dayanan anayasa değişiklik teklifini gündemden düşürdüğünü ifade etmiştir. Ancak, MHP genel başkanı Devlet Bahçeli, "fiili olanı hukuki" kılma iddiası ile taslağın meclis gündemine getirilmesi durumunda destekleyeceğini ifade etmiştir.  MHP liderinin bu talebi uzun süre Ak Parti cenahında da, siyasi bir manevra mı? soruları eşliğinde tereddütle karşılanmıştır.  Yasanan süreç içince MHP ve Liderinin sözlerinde ciddi oldukları ortaya çıkmış ve Türkiye hızla bir referandum sürecinin içine girmiştir.

Bu yaşananlar ışığında, Ak Parti ve Milliyetçi Hareket Partililerin; PDY/FETÖ ve diğer vesayet odaklarının devlet içinde örgütlenmelerinin 1950 sonrasında NATO'ya üyelik ile birlikte Ankara'ya hakim olan bürokratik yapıların desteği sonucu oluştuğu fikrine ulaştıklarını söylemek yanlış olmaz. Bu değerlendirme sonucunda, bu iki siyasi parti Türkiye'de yerleşik parlamenter sistemin, sivil iktidarı zayıflattığı ve yavaşlattığı fikrinde birleşmiş gözükmektedir.  Bu sebeple de "güçlü yürütme", "hızlı karar alma" ve "azalan bürokrasi" iddiaları ile sistem değişikliğini çözüm olarak görmektedirler.    Buna ek olarak, 7 Haziran seçimlerinden sonra ortaya çıkan Meclis aritmetiğinin Ülkücülere, Ak Parti'nin dışlandığı iktidar seçeneklerinde, HDP'nin yer almadığı bir olasılık sunmaması ve MHP'nin 2002 öncesi koalisyonda yasadığı hayal kırıklıkları, koalisyonsuz bir sistem seçeneğini MHP açısından cazip kılmıştır şeklinde bir değerlendirme yanlış olmaz.  MHP Türkiye'nin demografik yapısı dikkate alındığında, kısa ve orta vadede HDP'nin olmadığı bir koalisyon olasılığını öngöremediğinden, HDP'li bir koalisyon seçeneğinin tekrar ortaya çıkmaması amacıyla Başkanlık sistemine evet demiş gözüküyor.  

15 Temmuz 2016 tarihinde Ülke geriye dönüşü olmayacak şekilde büyük bir tramvanın içinde kalmıştır.  Gerçekten de yaşanan olayın vahameti ve boyutu düşünüldükçe, MHP ve Ak Parti'nin radikal çözümler ve arayışlara yönelmiş olmaları makul değerlendirilebilir.  Peki gerçekten de bu denli kaotik ve belirsizliğin had safhada olduğu bir süreçten geçerken sistem ve anayasa değişikliğini gerçekleştirmek ve gündeme getirmek sağlıklı mıdır?  Bu soruları ve eleştirileri çoğaltmak mümkündür.  Ancak, 15 Temmuz ve yaşanan olaylar ışığında Türkiye bir anayasa referandumuna gitmektedir.  Son ve nihai kararı millet verecektir.   

Av.Murat Keçeciler 

  






Yorumlar