Yeni Anayasa Taslağı Değerlendirmeleri-3

Meclisin Temsil Kapasitesi ve Tutuklu Vekiller Sorunu

Anayasa değişiklik maddelerini incelediğimiz yazılarımıza devam ediyoruz.  Bu yazımızda, yeni anayasa taslağının meclis görüşmeleri sürecini ve bu sürece katılamayan tutuklu vekiller konusunu, yasa yapım tekniği ve sıhhati açısından yeni anayasa taslağına etkilerini inceleyeceğiz.


Seçim Barajı Etkisi

Anayasa Değişikliği
82 Cuntasının Türk siyasetine armağan ettiği ve iktidara gelene kadar herkesin dert yandığı ama iktidar olduktan sonra da gündemlerinden çıkardıkları seçim barajı nedeniyle, ülkemizde TBMM'nin temsil kapasitesi hep tartışıla gelmiştir.  Seçim barajı düşecek mi? seçim barajı kalacak mı? seçim barajı faydalı mı? zararlı mı? tartışmaları, siyasetin gündeminde hep yer almıştır.  Bu tartışmalar bugüne kadar bir sonuca maalesef varamamıştır.  Yeni anayasa taslağının konuşulması ile seçim barajının, meclisin temsil kapasitesi üzerinde yarattığı sorunlar zihinlerde yeniden canlanmıştır.



Seçim barajının, seçmen davranışları üzerindeki etkileri üzerine yapılan araştırmalar göstermektedir ki, seçim barajı kaygısı ile seçmenler oy tercihlerini değiştirmektedirler.  Bu durumda, meydana gelen Meclis aritmetiğinin seçmenin gerçek iradesini tam yansıtmadığı sonucunu çıkarmaktadır(bkz). Ancak, 1 Kasım 2015 seçimleri sonucunda, seçim barajı nedeniyle Meclis dışında kalan seçmen oranı %2,5 seviyesindedir (bkz).  Bu durum göz önüne alındığında, mevcut Meclisin yeni Anayasa taslağını görüşmek ve müzakere etmek açısından temsil kapasitesi yönünden bir sorun yaşamadığı açıktır.  Bu nedenle, Meclisin temsil kabiliyetinin sorunlu olacağı yönündeki sav ve iddiaların, en azından 1 kasım seçim sonuçları sonrası ortaya çıkan Meclis aritmetiği açısından yersiz olacağı açıktır.   


Katılımcı ve Müzakereci Anayasa Yapım Süreci

Anayasa teklifinin tartışıldığı ve kabul ediliği Meclisin, temsili demokrasi açısından yeterli bir temsil kapasitesine sahip olması, anayasa taslağının yasalaşma sürecinde izlenen sürecin demokratik usul ve yöntemlere uygunluğunu tek başına temin eder mi?   Demokrasi teorisyenleri açısından, doğrudan demokrasinin önündeki en temel engel ölçek sorunudur.  Bu nedenle eski yunan şehir devletlerinde görüldüğü şekilde doğrudan demokrasinin günümüzde işlemesi mümkün değildir. Ancak,  son dönemlerde kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması, sivil toplum kuruluşlarının sayılarının artması ve örgütlenme hürriyeti çerçevesinde etkinliklerinin ve faaliyetlerinin artması ile müzakereci ve katılımcı demokrasi kavramları gelişmiştir (bkz).  

Son dönemde İnternetin yaygınlaşması ile katılımcı demokrasinin yeni bir çağın eşiğinde olduğu ifade edilmektedir (bkz).  Forum ve tartışma platformlarının yaygınlaşmasının yanı sıra "sosyal medya" olarak adlandırılan yeni mecraların gelişmesi ile internette "devrim rüzgarları"  esmeye başlamıştır.  İnternet ve yarattığı geniş tartışma ortamı, temsili demokrasinin kısıtlılığını çeşitlendirmek için önemli imkanlar sunmaktadır.  Özellikle, İzlanda anayasa yapım sürecinde internet yoluyla geniş kitlelerin sürece katılması, bu yöntemi destekleyenler açısından heyecan uyandırıcı gelişmeler olarak kayda geçmiştir.

Ancak, sosyal medya platformları üzerinden örgütlenen kitleler eliyle gelişen toplum olaylarında yaşanan manipülasyonlar ve yönlendirmeler, bu yönteme olan güveni sarsmıştır.  İzlanda örneğinin de hüsran ile sonuçlanması sonucunda, internet yoluyla demokratik katılımın yaygınlaştırılması çabaları biraz ertelenmiş gözükmektedir.  Ne var ki, medya ve yayıncılığın dijitalleşmesi ve teknolojinin günlük hayatta elde ettiği yoğunluk, gelecekte sosyal medya ve interneti siyasi tartışmalar açısından vazgeçilmez kılacaktır.        

Yeni anayasa taslağının meclis gündemine gelmeden önce toplum önünde tüm yönleri ile tartışıldığı ve müzakere edildiği yönünde ciddi eleştiriler vardır.  Ancak, Türkiye 2007 yılından itibaren mecliste bulunan tüm siyasi partiler tarafından kamuoyu önüne çeşitli vesileler ile sunulan anayasa taslaklarını tartışma olanakları bulmuştur.  Özellikle 2012 yılında faaliyete başlayan Meclis Anayasa Uzlaşma Komisyonu çalışmaları ekseninde "yeni anayasa" fikri uzun bir zamandır kamuoyunun gündemindedir. Ak Parti tarafından komisyonun gündemine getirilen başkanlık metni ile referandum sürecinde olan yeni anayasa taslağı içerik olarak Cumhurbaşkanın cezai sorumluluğuna, yardımcılarına, Meclis ile karşılıklı fesih maddesi ile Kanun ile Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin hükümsüz kalmasına ilişkin hükümler bir yana konulursa içerik olarak aynıdır (bkz).  Bu nedenle, 2012 yılında kamuoyunun dikkatine ve Komisyona sunulan metnin, kamuoyundan gizli saklı bir tarafı olduğu eleştirileri çok doğru değildir.

Metnin 2012 yılından itibaren ortada olması, bu sürecin katılımcı bir anayasa yapım süreci açısından yeterli kılar mı? Bu sorunun cevabı objektif bir değerlendirme ile hayırdır.  Türkiye'nin hızla değişen siyasi gündemi, özellikle 17/25 aralık 2014 ve sonrası yaşanan süreçler, Ak Parti tarafından komisyona getirilen metnin sağlıklı bir şekilde müzakere edilmesine ve geniş kitlelerin katılım sunmasına imkan vermemiştir.  Teklif metninin, detaylı ve kapsamlı bir şekilde tartışılamamasının bir diğer nedeni de, MHP'nin de içinde bulunduğu muhalif partilerin hemen hemen tamamının başkanlık modeline karşı çıkmasından da kaynaklanmıştır.  15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrası MHP'nin pozisyon değiştirmesi sonrası, taslak yeniden Ak Parti ve MHP arasında müzakereye açılmış ve süreç işlemeye başlamıştır.

Meclis Müzakereleri Süreci

Türkiye'nin son dönemde yasadığı aşırı siyasi gerilim, taslağın Meclis müzakere süreçlerine yansımıştır.  Söz konusu gerilim neticesinde, TBMM'den kamuoyuna yansıyan kareler, nitelikli bir demokratik tartışmadan öte ikinci sınıf bir operetin bayağı sokak kavgası sahnelerini aratmamıştır. Kadın vekillerin dahi birbirlerine fiziki şiddet uyguladığı müzakereler, karşılık hakaret ve küfürlerin havalarda uçuştuğu bir seyir ile sonlanmıştır.  TBMM bir çok gerilim, şiddet eylemi ve teşebbüsüne geçmişte de şahitlik etmiş olmasına rağmen, tarihinde ilk defa Meclisin kürsüsü kırılmıştır.  Milletin temsilcisi sıfatını taşıyan hem iktidar hem muhalefet milletvekilleri bu süreçte tarihe çok kötü bir performans ile geçmiştir.

İçerik tartışmasından çok usul tartışmalarının ön plana çıktığı bu süreç, kamuoyunun doğru ve nitelikli şekilde bilgilendirilmesine imkan vermemiştir.  İktidar partisinin, Genel Kurul müzakereleri tamamlandıktan sonra Resmi Gazete'de yayınlanması süreci 14 gün bulan teklif Meclisten hızlı ve acele bir şekilde geçirme gayret ve çabası bizim açımızdan gerçekten izahı güç bir durumdur.   Referandum gününün mevsim koşulları dikkate alınarak belirlenmesi için boşa geçirilen bu 14 günlük süreç, Mecliste taslağın eksik ve/veya gözden kaçmış konularının elden geçirilmesi için pekala kullanılabilirdi.

Genel Kurul görüşmelerinin Meclis TV'den sürekli olarak yayınlanmaması, teklif metninin kamuoyu tarafından net ve sarih bir şekilde anlaşılması için gerekli olan bir imkanı heba etmiştir.  Buna ek olarak, teklifin yasalaşma süreci ile ilgili muhalefet Milletvekilleri tarafından dile getirilen "açık oy" kullanıldığı yönündeki iddialar açısından da şüphe uyandırıcı olmuştur.  Milletin tüm fertlerini ilgilendiren hukuki bir metin olan anayasanın müzakerelerinin daha şeffaf şekilde yürütülmesi, sürecin hukuki olmasa da, etik sıhhati açısından daha faydalı olacağı muhakkaktır.  CHP tarafından Anayasa Mahkemesine başvurulmayacağı açıklandıktan sonra, şekli olarak teklifi sakatlayacak olan açık oy tartışmaları gündemden düşmüştür.  Ancak, hukuk devletinin varlığı; en üst kademeden en alt düzleme kadar, tüm kurum ve fertlerin hukuk kaidelerine bağlı kalmasını zaruri kılar.  Bu yönüyle, oylama sürecinde bazı Milletvekillerinin, gizli oy kuralını açıktan ihlal eden görüntüler vermesi manidardır ve bizce sürecin hukuki sıhhatini kasten zedelemek gibi bir amacıda barındırdığı yönündeki sav ve iddialar da önemsenmelidir. 

Tutuklu Vekiller Sorunu

Hukuk devleti içinde hiç kimse layüsel değildir.  Suç teşkil eden eylem, davranış ve söylemlerinin karşılığı olmayan bir zümre ve kesim olamaz.  Ancak, Yasama organın Yargı ve Yürütme karşısında adli takibat baskısı altında kalmasını engellemek amacıyla tüm modern demokrasilerde, kapsamı değişmekle birlikte, "Yasama Dokunulmazlığı" kabul edilmiştir.

1 Kasım 2015 seçimlerinden hemen sonra başlayan tartışmalar ile TBMM anayasada yaptığı geçici bir değişiklik ile bir kerelik olmak üzere, geçmiş dönemde işlenen suçlar açısından tüm Milletvekillerini kapsar nitelikte yasama dokunulmazlığını kaldırmıştır.  Bu değişiklik sonrasında savcılıklarda çeşitli suç dosyaları olan Milletvekillerinin yargılanmasına başlanmıştır.  Bu çerçevede, HDP'li vekiller gözaltına alınmış ve sonrasında bazıları mahkemeler tarafından tutuklanmıştır.

HDP'nin oy dağılımı ve kendisini dayandırdığı kitle incelendiğinde, oylarının önemli bir kısmını ülkenin Kürt kökenli yurttaşlarından aldığı açıktır.  Türkiye'nin 40 yılı aşkın süredir ayrılıkçı PKK terörü ile mücadelesinde, HDP'nin bu kanlı örgüt ile arasına bir mesafe koyamaması partinin hukuki meşruluğunu tartışmalı hale getirmiştir.  Ancak, siyaset bilimi açısından seçmenlerinden aldığı oylar nedeniyle söz konusu partinin siyasi meşrutiyetini tartışmak yersizdir.  

Yeni anayasa taslağı oylandığında, 12 HDP'li vekil tutuklu durumdadır.  Tutuklama işlemi suçun niteliği, sanığın konumu ve diğer sebepler dikkate alınarak yargı organı tarafından verilen bir tedbir kararıdır.  HDP'li vekillere atılı suçların nitelikleri incelendiğinde ve PKK eylemleri sonrası kamuoyunda oluşan hassasiyet dikkate alındığında, bu tutuklama kararları hukuken makul karşılanmalıdır.  Bu tutuklu vekiller nedeniyle yeni anayasa teklifinin yasalaşma sürecinin hukuken sakatlandığını iddia etmekte bizce yersizdir.  Ancak, söz konusu vekillerin tutuklulukları nedeniyle oylamaya katılmaması, HDP seçmeninin referandumu kategorik olarak boykot etmesine ve evet oyu çıkması akabinde anayasaya bağlılık açısından sistematik bir itirazı dillendirmesine gerekçe olabilir. Bu risk, referandum sürecinde yapılacak propaganda faaliyetlerinde kullanılacak dil ve söylemle artma ihtimalide taşımaktadır.  Bu hassasiyet dikkate alınmazsa, 7 Haziran sonrasında denenen özerlik çabalarının bu sefer farklı bir sosyolojik motivasyon ile tekrarlanması olasılığı doğabilir.

Av. Murat Keçeciler 

Yorumlar